Vesvese
- Fasarya
- 22 Eki 2023
- 2 dakikada okunur
Gerçeklik algınızın yitirildiği ve dünya üzerinde bir doğrunun kalmadığı zamanların ruhta bir dirilme yeşerttiğini fark ettiğinizde yeni inşanız başlıyor demektir. Bu zorlanınca kararlılığa, zorlamadığında ise normal akış gibi gelir girer insan hayatına.
Gerçeklikten üstün körü bahsetmeyeceğim. Anlamın yokluğuyla sınandığı zaman, sarmaşıklarla sarılı bir sürecin sonunda tutunmuşluğumuzun bir hiçliğe dönüştüğü zaman aslında. Bir çok kez yaşanıyor bu hayatın akışında. Farkına vardığında fark edebiliyorsun sarmaşıkların aslında namütenahi olmayışını. Sonrasında ise gerçek sandıklarının, sanmaktan öteye geçemediği bir sürece giriyorsun. Sorgularının sonucu ne kadar gerçeğe en yakınsa tekrar gerçekliğini sorguluyorsun.
Tutunacak bir cevabın yok. Zihninin içinde neyin gerçek olduğuyla o kadar çok haşır neşirsin ki algılarının ne yönde olduğunu kaybediyorsun.
Doğru birdir dediğimiz doğrultuda aslında ne kadar doğrudan uzaklaştığımızı nasıl olurda fark edemiyoruz. Nasıl bir doğru olabilir? Heybetli yaşamların içerisinde sorarım nasıl tek bir doğru birdir diyebiliriz?
Bir şeyi doğru ve gerçek olarak kabul ettiğiniz noktada doğruluğunuzun ve gerçekliğinizin ne zaman yanlış ve yalan olacağını sorun kendinize.
Bir köylü adamın hikayesi var. Köylülerin her bir, köylü adamın başına gelen talihsizlik sonucu olay doğrultusunda yaptıkları çıkarımın zaman içerisinde o sonuçların gerçek olmayışının suratlarına vuruş hikayesi bu. Yani zaman öyle bir sihirbaz ki şaşırtmakta üstüne yok. Senin değerlerini sana kırdırtma konusunda çok çetin bir savaşçı kendisi.
Ömrümüzün durakları var ve sanırsam bu duraklar bizim gerçeklik algımızın ya da kabul ettiğimiz doğruların, inançların, ihtirasların her birinin mükemmel şekilde yıkılmasıyla inşa ediliyor. Bir başka otobüse biniyoruz. Gerçek sanarak. Var sanarak. Var sayarak.
Mükemmel bir betimle var. İçimizde taşıdığımız o cellat diye nitelendiriyor Dostoyevski “Vicdan” denemesinde.
O gerçekliğinizin yıkıldığı noktada, bir yeni durakta, yeni bir otobüse bindiğinizde her seferinde şoför koltuğunda o oturuyor. O kırbacı tutan cellat.
O durakta, o otobüste ve o da içimizde aslında.
Seni o yok ediyor olabilir.
Ama en güzel inşası da onun ellerinden oluyor.
Düşman sandığımızı taşımaktayız içimizde aslında.
Aslında ne dost ne düşman.
Gerçek olana itmek amacı seni.
Buldura bilme ihtirası var onun içinde de.
Senle bir bütün olarak erişebilmek mutluluğa.
Caydırmak değil amacı buldurmak kendini sana.
Bu zamanların başrolü olmakta sen ve o.
Güzel günleri hayal edemediğiniz durağa geldiniz mi hiç? Bir çiçeğin solmasına hüzünlenmediğiniz. Duygularınızın karmaşıklaştığı ve insani vasfınızdan uzaklaştığınızı hissettiğiniz duraklara ulaştınız mı hiç? Masumiyetinizi kaybettiğiniz ve ben kötü bi insan mı oldum diye sorguladığınız ve bu sorularla içli dışlı olup bir müsabaka içinde olduğunuz oldu mu hiç?
İnsanlar hayat meşgalesi içerisinde yoğrulup giderken elbette kaybedecekler masumiyetlerini. Her bir ihtirasın yıkılışında. Sıkı sıkı sarıldığı sarmaşıkların kuruyup döküldüğü nokta da kaybedecekler masumiyetlerini. Bu yüzden özlem duymaktayız en masum oldumuğumuz çocukluk yıllarımıza.
Hayatı kaybetmemek için insan durur, düşünür ve sonuca vararak masumiyetinden sıyrılır.
Onca iyi niyetin ardından gelen bir soru var; Ne içindi?
İnsanların güvenlerinin yıkıldığı ve en sağlam tuğlalardan inşa ettiğini düşündüğü kalelerinin yıkılması sonucunda nasıl olurda masumiyetini kaybetmez ki?
Size bu anlattığım masumiyetin kayboluşunu bir tabloda özetleyebilirim. İnternete girin ve arama motoruna “Düşmüş Melek Tablosu” diye aratın.
Evet, gözler yalan söylemiyor.
O bakışlara bakışınız değdiğinde masumiyetin yitirildiği noktasını göreceksiniz.
Yaş yürüdükçe ne küreğin savaşı kalıyor denizle ne dalgaların tekneyle.
Bir hayat var ve yaşanmalı erdemlice.
Hayır savaşmalıyız diyorsanız savaşın kendinizle.
Yorumlar